Avrupa Parlamentosu seçimlerinde büyük bir başarı kazanan Fransa cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin partisi UMP, seçim kampanyasını 28 Nisan 2009 tarihinde Rueil-Malmaison’da “Avrupa sizi korur, UMP de’ sloganıyla başlatmıştı. Nicolas Sarkozy’ye biat etme ve sadakat gösterme ritüeline dönüşen mitingde, Michel Barnier’den François Fillion’a, Herve Morin’den Eric Besson’a tüm konuşmacılar ‘ulu önder’ Nicolas Sarkozy’nin iktidara geldikten sonra bir yandan Avrupa’nın sorunlarına Akdeniz Birliği gibi ‘büyük projelerle’ nasıl ‘önemli çözümler’ getirerek 2005 yılındaki anayasa krizininin aşılmasını başardığını uzun uzadıya anlatıyor, diğer yandan da Avrupa’da Türkiye’ye ‘Hayır’ diyebilecek yegane siyasal aktörün Nicolas Sarkozy olduğunu vurguluyorlardı. Kitlelerin siyasal liderlerini huşu içinde dinledikleri totaliter rejimleri hatırlatan mitingde, bir yüzünde ‘Avrupa sizi korur’, diğer yüzündeyse ‘UMP de’ sloganının bulunduğu prezervatif kutularının dağıltılmasının UMP’nin özcü ve kültüralist Avrupa algısının uzantısı olarak Türkiye karşıtlığı hakkında bize birtakım ipuçları verdiğini düşünmekteyiz. UMP’nin steril bir Avrupa tahayyülünün uzantısı olarak iktisadi, siyasi ve kültürel anlamda ‘gürbüz ve yavuz’ Avrupa’yı korumak adına, Avrupa’nın kim ve ne olduğunu iyi bilmedigi ‘ötekilerle’ ilişkilerinde İslam, göç, işşizlik gibi ‘bulaşıcı hastalıklar’dan prezervatif kullanarak kendisini sakınması temasını kullanması, Fransız Halkının hayali korkularının Türkiye’nin AB adaylığı üzerinden ete kemiğe dönüşmesini sağlamış ve böylece Avrupa Parlamentosu seçimlerinde UMP’nin özellikle popülist ve radikal sağ partilerden oy kotarmasına büyük katkıda bulunmuştur. Söz konusu hayali korkularla Sarkozy rejiminin imtihanının sadece Türkiye’nin AB adaylığı üzerinden gerçekleştiğini düşünmek yanıltıcı olacaktır. Nitekim geçtiğimiz günlerde Fransa’nın en önemli araştırma kuruluşlarından birisi olan Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nde (CNRS) yönetim kurulu üyesi olan ve ‘CNRS’in çalışmaları bağlamında kamu güvenliği ve savunmasıyla birlikte ulusun temel çıkarları olarak tanımlanan iktisadi ve bilimsel konularda’ gözetim, istihbarat, ve hatta denetim yapmakla görevli üst düzey bir bürokrat olan Joseph Illand’ın, Ortadoğu ve Arap dünyası üzerine çalışmalarıyla bilinen IREMAM isimli araştırma merkezinden sosyolog Vincent Geisser hakkında ‘İslam, İslamcılık, Mağrep ülkeleri, Mağrep kökenli entellektüellerin Fransa’da fen bilimlerinin gelişmesindeki katkıları’ gibi ‘hassas’ olarak nitelenen konularda çalışması nedeniyle soruşturma başlatması, Fransa’da İslam’ın nasıl bir ‘güvenlik ve savunma’ konusu olarak kodlandığını göstermesi bakımından düşündürücüdür. Geisser’in İslam ve Mağrepli entellektüellerin Fransa’da bilimsel çalışmalara katkıları bağlamında devletin ‘mutlak doğrusu’ dışına çıkarak olumlu görüşler ifade etmesi ve bu görüşlerini bilimsel bir proje kapsamında yapmış olduğu bir anket çalışmasıyla desteklemesi kendisinin ve çalışmalarının bir güvenlik tehditi olarak tanımlanmasını beraberinde getirmiştir. Mağrep ve Arap dünyası gibi ‘hassas’ bir coğrafi bölgede, ‘hassas’ bir nüfus üzerine, ‘hassas’ bir anket çalışmasını, ‘hassas’ bir araştırma kuruluşunda gerçekleştiren, ‘hassas’ bir araştırmacı olarak kodlanan Geisser, CNRS’in güvenlikten sorumlu üst düzey bürokratının benimsediği ‘makbul’ araştırma konularının, ‘makbul’ sonuçlarının, ‘makbul’ araştırmacısı olma kriterlerini karşılamanın çok uzağında kalarak, ‘makbul’ araştırma kuruluşunu ve onun ‘makbul’ amaçlarını tehdit eden disipline edilmesi gereken bir tehdit unsuruna dönüşmüştür. Kuşkusuz soruşturma nedeni resmi olarak bu şekilde formüle edilmemiştir. Sosyolog Geisser’in başörtülü ve Mağrep kökenli bir öğrencisinin bursunun CNRS tarafından öğrencinin başörtülü olması nedeniyle haksız bir şekilde iptal edilmesi konusunda yollamış olduğu kişisel e-posta’sının öğrenciyi destekleme komitesinin internet blog’unda yayınlanmasının ardından, devlet memuru sıfatının gerektirdiği ‘devlet memurunun susma yükümlülüğüne’ riayet etmemesi nedeniyle soruşturma başlatılmıştır. Geisser söz konusu e-postasında ‘CNRS’te güvenlikten sorumlu üst düzey bürokratın bir ideolog’ olduğunu ve holocaust döneminde ‘Yahudilerin ve Yahudilere yardım edenlerin avlanmasına benzer bir şekilde bugün Müslümanların ve arkadaşlarının avlandıgını’ belirtmesi, Geisser’in sakıncalı olarak fişlenmesini beraberinde getirmiştir. Zira bu bürokratik güvenlik kodlamasının Fransa’nın en önemli araştırma kuruluşu bünyesinde yapılması, İslam gibi ‘hassas’ konularda akademik araştırma özgürlüğünün ‘ulusun temel çıkarlarıyla’ sınırlı olduğunu ve bilimin bu çıkarlara hizmet ettiği oranda ‘makbul’ sayıldığını göstermesi bakımından da manidardır.Geisser Olayı’na kadar CNRS bünyesinde güvenlik ve savunma konularından sorumlu böyle bir üst düzey bürokratın varlığından habersiz olan akademik camianın olayı kınayıcı bir bildiriyi kamuoyuyla paylaşmasından sonra, söz konusu olayın münferit bir karakter taşımadığı ve bürokrasi tarafından ‘hassas’ olarak nitelenen bu tür konularda çalışan başka araştırmacıların da benzer şekilde ulusun temel çıkarları gözetilerek ‘ehlileştirilmeye’ ve ‘hizaya sokulmaya’ çalışıldığı anlaşıldı. CNRS’e bağlı olarak çalışan ve İslam üzerine çalışmalarıyla tanınan Olivier Roy da, benzer bir şekilde 2007-2008 yılında CNRS’in güvenlikten sorumlu aynı üst düzey bürokratından çalışmalarında İslam’ı Hristiyanlığa nazaran daha olumlu şekilde işlediği gerekçesiyle uyarı niteliğinde bir e-posta aldığını belirterek, çalışmalarıyla Fransa’da İslam konusundaki klişeleri reddeden araştırmacılara yönelik sistematik bir baskının olduğunu ileri sürdü. Bu minvalde Vincent Geisser’in de CNRS’in güvenlikten sorumlu bürokratıyla tanışmasının, aşırı sağ tarafından yoğun saldırılara maruz kalan ‘Yeni İslamofobi’ başlıklı çalışmasının 2003 yılında yayınlanmasının hemen ertesine denk geldiğini hatırlatmak isteriz. Ekim 2005’te Paris yakınlarında üç gencin polis tarafından izlendikleri korkusuyla elektrik trafosuna sığınmaları ve hemen akabinde ikisinin elektrik çarpması sonucu hayatlarını kaybetmesi, diğerinin ise ağır bir şekilde yaralanması haberinin yayılmasıyla patlak veren banliyö olaylarının Fransa’daki müslüman göçmen nüfusun entegrasyon sorununu yeniden siyasal ajandanın en önemli maddelerinden birisi yapması ve bu soruna Sarkozy’nin cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra Göç, Entegrasyon, Ulusal Kimlik, Dayanışmacı Kalkınma Bakanlığı’nı kurarak cevap vermesiyle, göç ve göçmenlik konusunun ‘cumhuriyetçi’ paradigmadan bugün daha sıkı ve sert polisiye tedbirleri gerekli kılan bir ‘ulusal güvenlik’ paradigmasına kaymasına tanıklık etmekteyiz. Bu durum İslam’ın müslüman göçmenler bağlamında Fransız toplumunda hem bir güvenlik unsuru olarak değerlendirildiğini, hem de ‘çatışmacı ve uzlaşmaz’ niteliğiyle ulusal kimlik için bir tehdit olarak etiketlendiğini göstermektedir. Entegrasyon sorununu polisiye tedbirleri arttırarak çözmeye çalışmak, bazı konuları ‘devletin temel çıkarlarını’ gözeterek ‘hassas’ olarak tanımlamak, yine bu ‘hassas’ olarak nitelendirilenen konularda yapılan akademik çalışmalara müdahalede bulunmak, bunları yönlendirmek ve bu çalışmaların sadece devlet tarafından a priori tanımlanmış sonuçlara ulaştığı oranda makbul sayılması, hem araştırmanın bilimselliğini, hem de demokratik özgürlükleri tehdit etmektedir. 27 Şubat 2008 tarihinde Marsilya tren istasyonu Saint-Charles’da bir gencin polisler tarafından sıkı bir şekilde sorguya çekildiğini gören bir felsefe öğretmenin, polislere yaklaşıp ‘Sarkozy seni görüyorum’ diyerek Sarkozy’nin polisiye tedbirlerini eleştirmesi, kendisine polisin işini yapmasını engellediği için 100 avro para cezasına çarptırılmasına ve Polis Mahkemesi önünde yargılanmasına mal olmuştu. Sarkozy’nin feyz aldığı akademik özgürlükleri kısıtlayan otoriter zihniyet dünyasını yakından tanıyan genç siyaset bilimi doktora adayları olarak şunu söylemek istiyoruz: Sarkozy seni görüyoruz!
Ali Kemal DOĞAN / Ümit YAZMACI
Baldosas & Mosaicos (V)
Il y a 10 ans